Developed by JoomVision.com

Aydın ALP Aydın ALP

Şair-Yazar Aydın Alp: “Kürtler Tanzimat Edebiyatı Yaşıyor”

PDFYazdıre-Posta

BİR KUŞAĞIN ANATOMİSİ

Çocukken cami cami gezerdik

Toyluğumuzda devrim peşinde

Gençliğimizde meyhane meyhane

Şimdilerde varsa yoksa AVM…

Aydın ALP

Yıllardır siyasetle yatıp siyasetle kalkan kadim Diyarbakır’ın içten kahkahasıyla namdar eğitimcilerinden Şair-Yazar Aydın ALP hakkında, yeni nesil edebiyatşinaslarla, şiir-edebiyat ve sanat tartışmalarına yıllardır hemhal olmuş kalem erbaplarının okurken kesinlikle bigane kalmayacakları, bir dolu derdi de olan bu keyifli söyleşiyi, sindire sindire okuduğunuzda, sizlerde bana hak vereceksiniz. İyi okumalar diliyorum.

Sizi tanıyabilir miyiz; Aydın ALP kimdir?

Şairim, ama ben şiiri seçmedim, şiir beni seçti. Böylesi “seçilmişlik” hiç de hayra alamet değil. İstesem de artık kurtulamıyorum. Öyle dayanılmaz bir kıskançlığı var ki şiirin, yaşamın sana ait olmaktan çıkıyor. Serzenişimden pişman olduğum anlaşılıyordur. Ve son pişmanlığın fayda etmediği de biliniyor. Şimdi ben, biraz kaçak güreşiyorum.”Edebiyat ortamı”ndan elden geldiğince uzak durarak “kendi hayatımı” yaşıyorum, hem de edebiyatı boşlamadan şairliğimi sürdürüyorum.

Kendi şiirinizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

İnsanın yaşadığı ortam, insanı biçimlendirir. İnsan bir anlamda ayaklarının bastığı yerden dünyaya bakar. Tümden böyle mi? Tabi ki değil. Şairler, başkalarının hayatını da, kendileri olmaktan çıkmadan, yaşarlar ve yazarlar. Şairler, yetinmeme duygusu güçlü kişilerdir. Hep daha doyumlusunu, daha düzeylisini isterler. Ve istemekle de yetinmezler. Düşlerinde bu dünyayı kurarlar da… Çinli bir bilge: “İlginç zamanlarda yaşamanın’’ öneminden söz eder. Benim yaşadığım bu yaralı coğrafyadaki olup bitenler, bir tomruğu bile şairliğe yükseltecek düzeyde sıra dışıdır. Ve acılara, hüzünlere paratoner olan bu yüreğimle yazdığım şiirler, asla sıradan olamazlar. Pekiştirmek için söylemiş olayım, ben bir derdi olan şiirlerden yanayım. Şair ya yazdıklarını ya da yüreğinde yaşattıklarını yazmalı; tümden böyle de olmayabilir. Edebiyatın yelpazesi geniştir. Ben yine de ölümüne duyulmayanın, güçlü bir şekilde duyurulmayacağını bilirim. Ve bir de neyi nasıl söyleme olayı. Şairler, içerik olarak da dil olarak da cesur ve kendine özgü olan insanlardır. Yürekli bir dünya, yaraşır bir dille taşınmalı. Ve şiir dediğin vahiy gibi olmalı; sarsmalı, sersemletmeli, şoka sokmalı insanı…

Diyarbakır’da dergicilik (Amida) serüveniniz nasıldı?

Ah, güzelim Amida. Bataklıkta boy veren muhteşem bir güzellikti. Onunla hayatı daha bir sevmiştim. Amida ve ben, yapayalnız bırakıldık. Onu yaşatamadığım için hayatın koca bir dalı kırılmıştı yüreğimde, içinde aşkı olmayanlar, şiire yaraşır bir dünyanın insanı olamazlar.

Daha önce yayınlanmış şiir kitaplarınızdan bahseder misiniz?

İlk kitabımdaki birçok bölüm için Veysel Öngören, Remzi İnanç ve birçok kişi ve en son, dosyamı yanına bıraktığım ve iki gün görüşme olanağı bulduğum Ahmed (Arif) abi dahil, 31 yıldan başlıyor, diyorlardı. Kitaba adını veren epik şiir “Şarkılar Tılsımı”ndan bazı bölümleri çıkardım. “Çıkarılması gereken” bazı bölümleri de asla! Böyle bir ortamda başlamıştı kitaplaşma serüvenim. Sonra Cem Yayınevi. O dönem Türkiye’nin büyük ve saygın bir yayıneviydi. Tanıdığım birçok şairin dosyası orda bekletiliyordu. YÜREĞİM ÜLKEM GİBİ kitabımı, tanıdığım bir butik yayınevinde yayımlamak için İstanbul’daydım. Kelepir kitap evinin sahibi Mahmut Erdinç çağırdığı için Cem Yayınevi’ne gitmiştim. Yayınevi sahibi kitabımı basmak istediğini söylüyordu. O güzel insan, güzel yazar Öner Yağcı ve güzelim şair Şükran Kurdakul da kitabımı orda basmanın bana çok katkısı olacağını söylediler. Ben, butik yayınevi sahibi arkadaşıma mahcup olmaktan korkuyordum. Arkadaşımın yanına gittiğimde bana; Aydın kitabını orda bas, çok güzel olur, diyince rahatladım. Ve kitabım, telif hakkı dahil, öyle basıldı. Sonra “Amed’in Dolunayı”. Ne çok üzerime gelindi.. Ben, kitap yasal ve yollanması gereken bütün kurumlara yollanıyor, dedikçe görevliler bana; “Kardeşim burası Diyarbakır!’’ diyorlardı. Neyse… Yalnız beni tehdit etmekle yetinmediler.. “Si Yayınevi’’ sahibi arkadaşım Müslüm Yücel’in “Aydın abi, orda ne oluyor? Burda (İstanbul) kitabını bastığımız için matbaayı bastılar. Matbaa sahibini tehdit ettiler, beni de…’’ Ben, kitabım yüzünden arkadaşımın da mağdur olmasına çok üzülmüştüm.

Yeni şiir dosyanız hazır.. Ne yapmayı düşünüyorsunuz?

Yüreğim, dosyam (7. Kitap) kadar kabarık. Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez, derler. Önemli olan kalıcı bir ürün ortaya koymak, ulusalcı ve ulusolcu olmayan bir yayınevi elbet bulunur. Ve kalemi yüreğime batırıp yazdığım bu şiirler de okuyuculara armağan olur.

Yaşadığınız Diyarbakır’da genel olarak sanat ve edebiyatın seyrini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Diyarbakır’da olanca elverişsiz koşullara rağmen edebiyat, yine de bir çekim merkezi. Bir sanat ortamı var. Bu, Batı’da bilinen biçimiyle bir sanat değil. Yaralı coğrafyamızın çığlıklarıyla örülen bir edebiyat. Tek dilli asla değil. Kürtçe başat. Kürtçe şiirler, romanlar, öyküler…. yazılıyor. Nicelik var ve bu başlı başına önemli. Nicelik var derken nitelik yok demiyorum. Kürtçeyi değerlendirecek altyapıdan yoksunum ne yazık ki. Ama niceliğin, niteliği yarattığı da bilinmeli. Hem gördüğüm kadarıyla bizim (Kürtlerin) Tanzimat edebiyatı yaşanıyor gibi. Toplumsal kazanımlar için önemli bir başlangıç görüyorum bunu. Anadille eğitim hakkı söke söke alındığında, bu yaralı coğrafyamızın muhteşem, doğal ve şiirsel dili Kürtçe, hak ettiği yeri alır mutlaka. Ve laf aramızda, Batı’daki duyarsızlık, aydınlar dâhil, bu yaralı coğrafyamızın Türkiye edebiyatına eklemlenmesini engelliyor. Türk ıntellejensıyasının, genelde, Kürdistan’da yaşananlara ilişkin ve dolayısıyla Türkiye’deki yapılanmaya ilişkin aymazlığı insanı kahrediyor. Kolonyal bir dil ve bakış açısı nerde varsa orası sterilize edilmeli. Başka ne demeli ki? Kürt olup da Türkçe yazan benim konumumdaki az sayıda kişi için de birkaç söz söylemek istiyorum. Kürt olduğumuz için Batı’dan görülemiyoruz. Türkçe yazdığımız için de burada bize bir serzeniş var. Bu önyargı duvarlarını yıkmak için atomu parçalayalım diyeceğim, atom zaten paramparça edilmiş. Umarım bütün önyargılar da öyle olur. Son söz, Türkiye’deki edebiyatı yenilemede biz Kürtlerin de katkısı olacak, öyle görünüyor, politik ortamı da demokratikleştirmede olduğu gibi.

Yazdığınız Türkçe şiirle birlikte, Türkiye’deki sanat ve edebiyat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de şiir kurşuna dizildi; ağır yaralı ve komada. Bunları söylerken canım yanıyor. Ama ne yazık ki durum, söylediğim vahamette. Önce şiirin altyapısı yok edildi. Kapitalizmin dini imanı, felsefesi; her şeyi kardır. Şiir, gelir getiren bir ürün olmaktan çıktı. Her üç kişiden beşinin şair olduğu ülkede şiir, yeterince okunmuyor. Bu ortam, adım adım gerçekleştirildi. Önce büyük yayınevleri korsan edebiyata soyundu. Sonra eş dost, kafa kol ilişkileriyle, şu andaki partidaş kapitalizmde olduğu gibi, vasat ürünler ortalığı sardı. Şiirdeki nitelik, marjinalleştirildi. Bu yozlaşmaya ödüller de dahil. Sözü edilebilecek ürünler azalırken, vasat ürünler ortalığı kapladı. Şiirin alanı daraldıkça marazi duygular çoğaldı. Hırsı büyük, yeteneği küçük olan insanlar, ortamı zehirledi. Kıskançlık, çekememezlik şiirlerdeki güzelim dünyaya leke olarak düşüyor. Biz, daha yazılı topluma sağlıklı geçememişken görsel bombardımana tutulduk. Ve bizim dillere destan, yaratıcı, hümanist, çağa yaraşır eğitimimiz(!) Dijital ortam, internet… Ve yayın ortamının yozlaşması ve karın ağrısı politikanın, kabus gibi hepimizin üzerine çökmüş olması, şiire son ve öldürücü darbeyi indirmiş oldu. Eleştiri, demokrasinin kurumlaştığı ülkelerde olur. Türkiye’de hiçbir alanda eleştiri olmadığı gibi edebiyat da bu olanaktan yoksun. Üstelik eleştiri değerlendirme, yol gösterme olarak değil de çamur atma ya da pohpohlama olarak algılanıyor. Böyle olunca da şair diye pazarlamacılar, şiir diye “senin saçların, senin gözlerin, senin kaşların…’’ gibi inciler lanse edildi. Toplum hiçbir alanda, müzik de dahil, çağdaş şiirle buluşamadı. Şiir, yer yer snop bir havaya büründü..Ve insanlar, kendilerini ilgilendirmeyen “şiirden’’, bu yapay ve sahte ürünlerden soğudu. Biz şiire emek veren insanlar için de bu böyle. Hem insanlar; derdi olmayan, kıvılcımlanmayan, insanı sarsmayan, silkelemeyen; yani insanı daha insan kılmayan “şiirle’’ niye ilgilensinler ki… Vasatlık bulaşıcıdır da zombilik gibi. Hani damak tadı gelişmemiş biri, burnunun dibine en muhteşem yemek de gelse dudak büker. Öncelikle şiir… Kalıcı bir dizeyi bile kimse yerinden edemez, diye düşünüyorum. Onun için önce o büyüleyici güce sahip şiiri oluşturmak… Önce o. Sonra günümüz edebiyat ortamının dağıtım ağı olan ve kitaplaşmada ölçütün, nitelik olduğu yayınevlerine ve eleştiri kurumuna ihtiyacı var. Ve edebiyatın tartışıldığı, şiir söyleşilerinin çoğaldığı bir ortama… Gündemin politikayla belirlendiği bu zehirli ortamda edebiyat, başka nasıl soluk alıp verebilir ki… Bir ülkenin edebiyatında yükseltiler, burçlar varsa; o yükseltiler, burçlar tek başlarına değildir. Hem şiirin diri olmadığı, şiir potansiyelinin güçlü olmadığı ülkelerde edebiyat, hiçbir alanda başat olamaz. Türkiye’de, belli oranda gelir getirdiği için diyelim, roman diridir değil mi? Bu bile şiirin güçlü bir damar olarak sürdürüldüğünü gösteriyor. Gelelim başta söylediğim, şiirin kurşuna dizildiği ve can çekiştiği gerçeğine. Evet, şiir kurşuna dizildi; çünkü insanlık ve insani duyarlık kurşuna dizildi. Nerelerde, nasıl diyerek sıralamayayım olup biten irkiltici anıları; içimizi yeniden karartmayalım. Ama insanlık nasıl ölümsüzse, şiir de öyle… Dünyadaki insan sayısınca şiirin canı var. Ve insan da insanlığın en muhteşem yürek ürünü şiirler de ölümsüzdür. İnsanlığın yazgısını paylaşan şiir, insan yaşadıkça yaşayacak. Şiir ölmedi, alıp başını gitti, bol oksijenli yağmur ormanlarına. Dublörünü bıraktı bu sığ ve yoz ortama. İnsanlar daraldığında yanı başında belirecek; ama mutlaka…

Aklınıza gelen şair ve şiirler hangileridir?

Şiir denince, Ahmet Arif’in “Hasretinden Prangalar Eskittim” kitabındaki, ki benim için kitaptaki bütün şiirler tek bir şiirdir, bütün şiirler. Nazım Hikmet’in birçok şiiri ve “Saman Sarısı”, Turgut Uyar’ın birçok güzelim şiiri ve “Dünyanın En Güzel Arabistan’ı” ve Cemal Süreyya’nın “Üvercinka” kitabındaki şiirler, ki bunlar da tek bir şiir gibidir, bir de Mayakovski , bir de Yesenin ve Tagore ile Füruğ Ferruhzad...

Aydın ALP hakkında daha detaylı bilgi için bkz: http://www.aydinalp.net/ - https://www.facebook.com/profile.php?id=100006695161438&ref=ts&fref=ts

Söyleşiyi Hazırlayan: Metin Aydın

Yayınlanan Web Sitesi : http://vivahiba.com/article/show/sair-yazar-aydin-alp-kurtler-tanzimat-edebiyati-ya/


Green Blue Orange Back to Top